Meşrutiyet’ten sonra İstanbul’da çıkarılan önemli yayın organlarından biri olan Sırâtımüstakîm Mecmuası’nda pek çok yerli ve yabancı yazar, farklı konular üzerinde yazılar kaleme almıştır. Bu konulardan biri de İslam dünyasının önemli coğrafyalarından biri olan İran hakkında yapılan yayınlardır. Bu makalede, Sırâtımüstakîm Mecmuası’nda yer alan İran ve İranlıların, Osmanlı aydınlarının nazarındaki yeri incelenmiştir. Mecmuada İran tarihine dair yapılan yayınların çoğunluğu Ahmed Ağaoğlu tarafından kaleme alınmıştır. Bu yayınlarda İran’ın en eski devirlerinden İran Meşrutiyeti’ne kadar olan kısımlar bazen ayrıntılı, bazen yüzeysel olarak ele alınmıştır. Öyle ki İran’ın eski devirleri hakkında ayrıntılı bilgilere yer verilirken, uzun bir müddet İran’da etkili hanedanlar olan Safeviler, Afşarlar ve Zendler hakkında neredeyse hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Yayınların yapıldığı döneme yakın bir tarihte yaşanan 1906 İran Meşrutiyeti ve sonrasında meydana gelen olaylar ise Mehmed Ragıb, Midhat Cemal ve Hasan Naci gibi yazarlarca kaleme alınmıştır. 1907’de İngiltere ile Rusya arasında yapılan bir anlaşmayla İran nüfuz bölgelerine ayrılmıştır. Ülkenin güneyi İngiltere’ye, kuzeyi ise Rusya’ya bırakılmıştır. Taksim anlaşmasından sonra Rusların İran’a girmesi ve Şah’ın da meşrutiyet aleyhine bazı hareketlerde bulunması üzerine ülkede yaşanan olaylar Osmanlı basınında, dolayısıyla Sırâtımütakîm’de yer bulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Ahmed Ağaoğlu, İngiliz-Rus Anlaşması, Kaçar Hanedanı, Meşrutiyet, Sırâtımüstakîm
XX. yüzyılın başında sınırdaş üç devlet; Rus Çarlığı, İran ve Osmanlı Devleti’nde birbirini müteakiben yaşanan meşrutiyet hareketleri yüzyılın başında bölgedeki en dikkat çekici siyasi gelişmelerdendir. 1905’te Rusya’da 1906’da İran’da ve son olarak 1908’de Osmanlı’da cereyan eden bu hareketlerin ortak bir noktası birbirlerinden beslenmiş ve birbirlerini etkilemiş olmasıdır. Bu ülkeler arasında meşrutiyetini en geç ilan eden Osmanlı’da, 1906-1908 yılları arasında kaleme alınan muhalif metinlerde Rusya ve İran’a -zaman zaman Japonya’ya ve Çin’e de- atıflarda bulunulmakta ve oradaki gelişmelere “ibret” nazarıyla bakılmaktadır. Her ne kadar bu üç devletin anayasal hareketleri arasında bu tür etkileşimler görünse de özellikle aynı dine mensup olan Osmanlı ve İran’daki anayasal hareketler çok daha fazla ortak unsur taşımaktadır. Bu ortak unsurlardan biri de çalışmanın konusunu teşkil eden İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önemli simalarından, edebî kimliği ve hatipliğiyle öne çıkan Ömer Naci’dir. Bu çalışmanın amacı, II. Meşrutiyet öncesinde başta Erzurum olmak üzere Anadolu’daki halk ayaklanmalarını organize etmek için Paris’ten hareket eden Naci’nin bir anda kendini nasıl İran’da bulduğunu ve orada kimlerle ne tür faaliyetler içerisinde olduğunu zikrederek, iki meşrutiyet hareketi arasında nasıl bir köprü vazifesi gördüğünü ortaya koymaktır. Ömer Naci üzerinden inşa edilen bu çalışma aynı zamanda II. Meşrutiyet arifesinde, ittihatçıların İran’daki meşrutiyet hareketlerini nasıl takip ettiklerine dair bir ışık tutmaktadır. Netice olarak XIX. yüzyıl boyunca modernleşme yolunda Osmanlı’yı takip eden İran’ın, II. Meşrutiyet (1908) öncesinde meşrutiyetini ilan etmesiyle (1906) kısa süreli de olsa Osmanlı muhalifleri için bir referans ve Naci’nin deyimiyle “nokta-i istinad” olduğu görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: II. Meşrutiyet, İran Meşrutiyeti, İttihat ve Terakki, Ömer Naci, Said Selmasi
Bu makalenin amacı, Nükleer Anlaşma olarak bilinen Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nı (KOEP) İran-ABD ilişkilerine sunduğu fırsatları ve KOEP’e rağmen derinleşen krizleri, Hasan Ruhani’nin cumhurbaşkanı seçildiği ve uzlaşıyla sonuçlanan nükleer müzakerelerin yeniden başladığı 2013 yılından ABD Başkanı Trump’ın Nükleer Anlaşma’dan çekildiği 2018’e dek geçen süre içinde analiz etmektir. Makale geriye dönük bir tahlille 2015’te KOEP’i mümkün kılan iç ve dış faktörleri bir arada tartıştıktan sonra, Nükleer Anlaşma’nın Tahran ve Washington’da yarattığı beklentileri ve bu beklentilerin neden gerçekleşemediğini ağırlıklı olarak İran’ın perspektifinden incelemektedir. Bu bağlamda İran siyasetinde ABD ile ilişkilere yönelik ümitli ve kuşkucu yaklaşımlar olarak nitelendirilen iki karşıt tutum arasındaki gerilime odaklanan çalışma, tarihî husumetin yanı sıra ABD’nin Obama ve Trump dönemlerindeki politikalarının da İran’da siyasi dengeleri nasıl şekillendirdiğini süreç ve söylem analizi yöntemiyle tahlil etmektedir. Makale, KOEP’ten ilişkilerdeki derin ve çok katmanlı krizleri çözmesini beklemenin gerçekçi olmadığını, dahası söz konusu anlaşmanın kapsamı itibarıyla böyle bir amaç taşımadığını tespit etmesine rağmen hem İran’ın hem de ABD’nin Anlaşma’dan daha fazlasını beklediğini saptamıştır. Bütün zorluklara karşın 2013-2017 arasında KOEP vesilesiyle yaşanan nispeten umutlu süreç, Trump Dönemi’nde yerini hızla ilişkilerin geleneksel unsuru olan kriz ve restleşmeye bırakmış, ikili ve bölgesel krizler Nükleer Anlaşma’nın geleceğini tehlikeye atmıştır. Bu süreç içinde 2015’te KOEP’i mümkün kılan iç ve dış dinamikler değişirken, tahlil edilen dönemin tecrübesi 2021’de başlayan Viyana Müzakereleri’ndeki zorluklarda ve İran’ın taleplerinde belirleyici olmuştur.
Anahtar Kelimeler: İran Dış Politikası, İran-ABD İlişkileri, Nükleer Anlaşma, Ruhani Dönemi, Yapıcı Angajman Politikası
Şubat 2011’de Yemen’de başlayan devrimci süreç, 21 Eylül 2014’te Husi Hareketi’nin (Ensarullah) başkent Sana’yı ele geçirmesiyle sona ermiştir. Başkentin ele geçirilmesi dikkatleri Husiler ile İran arasındaki bağlara çekmiş ve Husilerin Tahran’ın yeni bir taşeronu (proxy) olup olmadığı tartışmalarını başlatmıştır. Aynı şekilde Husilerin iktidar yürüyüşünü tersine çevirmek amacıyla Suudi Arabistan önderliğindeki uluslararası koalisyonun askerî müdahalesi de Riyad ile Tahran arasında vekalet savaşı (proxy war) çerçevesinde tartışılmıştır. Oysa taşeron ilişki ve vekalet savaşı modeli müzmin çatışmaların birçok aktör arasında iç içe geçmiş, çok katmanlı doğasıyla zamanla değişen niteliklerinin ihmal edilmesine sebep olmaktadır. Nitekim Yemen’deki çatışma, Husi isyanı ile başlamış ve bölgesel güçlerin dâhil olduğu, bölgesel etkileri olan uzun bir iç savaşa dönüşmüştür. Keza Husiler yerel isyancılarken ulusal aktörler ve hatta bölgesel oyuncular hâline gelmiştir. Yemen çatışmasının yerel bir isyandan bölgesel kronik bir çatışmaya evrilmesi, Husilerin Tahran’la ilişkilerini de dönüştürmüştür. Bu kapsamda makalenin konusu Husiler ve İran arasındaki ilişkilerdir. Bu konu çerçevesinde makale, Husiler ile İran arasında zamanla değişen ilişkileri ortaya koymayı amaçlamaktadır. Makalede, Husiler ile İran arasında başlangıçta oldukça mesafeli olan ilişkilerin aradan geçen yirmi yıl içinde “silah kardeşliği”ne dönüştüğü iddia edilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Devrim Muhafızları, Ensarullah, İran, Yemen, Zeydi
Safevi Hanedanlığı; Azerbaycan bölgesinde (Kuzeybatı İran) Anadoluyu ve Kafkasyayı, İran coğrafyasındaki diğer bölgelerle birleştirebilecek güçteki bir orduya (Kızılbaş) dayalı olarak kurulmuştur. Çok geçmeden Safeviler, İran’ın Şiileşmesine zemin hazırlamıştır. Safevi hanedanlığı, Arap Şii ideolojisini Farsça ile harmanlayarak kendini diğer Türk Sünni imparatorluklardan (Batı’da Osmanlı ve Doğu’da Moğollar olmak üzere) ayırmıştır. Safeviler şiir başta olmak üzere resim ve mimari gibi alanlarda sanat eserleri vererek ideolojilerini ve pratiklerini geliştirmiştir. II. Tebriz Sanat Ekolü, bunları oryantal teknikle sentezleyen ekolün en iyi örneğidir. Bu çalışmada, söz konusu okulun kökenleri ve özellikleri, nitel araştırma yöntemleri kullanılarak ortaya koyulmuştur. Bu çalışma çerçevesinde resim ve mimari alanındaki başyapıtlar; niteliklerini ve karşılıklı ilişkilerini göstermek amacıyla kullanılmıştır. Son olarak okulun sadece Fars, Azerbaycan ve Arap kültürlerinin bir sentezi olmadığı aynı zamanda ideolojik kavramları natüralizm ve realizmle birleştirdiği gösterilmiştir. Minyatürler mimari alanında eskiz olarak kullanılmış, resimler ise bu mimari alandan etkilenmiştir. Bu okulda kaligrafi bağlamında çoğu yazı, özel modüler tasarım ve özel kurallarla nestalik üzerinden yazılmıştır.
Anahtar Kelimeler: İslami Sanat, Mimari Eskiz, Safeviler, Tebriz, Türkler
Julia Huang tarafından kaleme alınan Tribeswoman of Iran Weaving Memories among Qashqa'i Nomands başlıklı İngilizce incelemenin tanıtım yazısıdır.
Daryuş Şehbazi tarafından kaleme alınan Tarih-i Koşun-ı Kacariye başlıklı Farsça incelemenin tanıtım yazısıdır.
Bertold Spuler, Die Mongolen in Iran isimli kitabında şunları yazmaktadır: “Sultan Olcaytu’nun faaliyetinin Şia’nın İran’da yayılmasını ne kadar mümkün kıldığını bilmiyoruz”. Bu kısa makalenin amacı bu ifadeyi değerlendirmektir. İlhanlı hükümdarlarının İslam mezheplerinden herhangi birini kabul etmesi, saraydaki rakip grupların mücadelesinden kaynaklanmıştır. Olcaytu, Hanefiliğe mensup Sünniler arasında büyümüştür. Ancak tahta çıktığı zaman Şafi ve Şii vezirleri olmuştur. Bu durum, İlhanlı sarayında Hanefi, Şafi ve Şii mezhepleri arasında büyük bir rekabete yol açmıştır. Ebu’l-Kȃsim-i Kȃşȃnî tarafından anlatıldığı üzere Vezîr Saʻdu’d-dîn-i Savecî’nin yardımcısı Şii Tȃcu’d-dîn-i Ȃvecî, sonuçta başarılı olmuştur ve Olcaytu, Şiiliği kabul etmiştir. Bu durum Cuma namazlarındaki duaların ve sikkeler üzerindeki ibarelerin de değişmesiyle sonuçlanmıştır. Ancak İran’ın Sünni bölgelerinde yaşayan halk daha Olcaytu hayattayken bu değişikliklere karşı direnmiştir. Saʻdu’d-dîn ve Tȃcu’d-dîn’in idam edilmesinden sonra, İlhanlıların Şia’ya olan ilgisinin azaldığına ve Olcaytu’nun mezhep değişikliğinden pişmanlık duymaya başladığına dair deliller bulunmaktadır. İran’da Şia, Olcaytu’nun ölümünden sonra düşüşe geçmiştir.
Anahtar Kelimeler: İlhanlılar, Olcaytu Han, Reşîdu’d-dîn Fazlullȃh, Saʻdu’d-dîn-i Sȃvecî, Tȃcu’d-dîn ʻAlî-şȃh